Maggie O’Farrell’in romanı, kederin bir aileyi nasıl parçaladığına dair güzel, iyi kaleme alınmış bir bakış açısı sunuyor…
Kuzeybatı Pasifik’te yaşıyorsanız, bir oyun izlemek için Oregon Shakespeare Festivali’nden daha iyi bir yer bulamazsınız. Altı ya da yedi kez katıldım ve ortaya koydukları prodüksiyonlar beni her zaman şaşırttı. Gösterilerden bazıları, Elizabeth döneminden kalma gibi dekore edilmiş bu muhteşem açık hava tiyatrosunda gerçekleşiyor. Bir Yaz Gecesi Rüyası yada Othello’yu yıldızların altında görmenin özel bir keyfi var.
Festival beni daha önce olduğumdan daha fazla Shakespeare hayranı yaptı. Oyunlarının zamansızlığına ve zekasına hayranım açıkçası. Çalışmalarının yüzyıllar sonra bu kadar canlı, zeki ve dokunaklı olabilmesi çok şaşırtıcı.
Ama Shakespeare gerçekte kimdi? Kişisel hayatı hakkında spekülasyona konu olan birçok film ve kitap olmasına karşın, bu ünlü oyunların arkasındaki adamın hakkında açıkçası şaşırtıcı derecede az şey biliyoruz. (Özellikle Aşık olan Shakespeare hayranıyım.) Maggie O’Farrell’in Hamnet romanı en sonuncusu ve kederin bir aileyi nasıl parçaladığına dair güzel, iyi yazılmış bir bakış sunduğunu düşünüyorum.
O’Farrell kitabında , doğru olduğunu düşündüğümüz iki şeye odaklanıyor: Shakespeare’in oğlu Hamnet 11 yaşında öldü ve Shakespeare, oğlunun ölümünden sadece birkaç yıl sonra Hamlet adlı bir trajedi yazdı. (Birçok bilgin, Hamnet ve Hamlet isimlerinin onun döneminde birbirinin yerine kullanılabildiğine inanıyor.) Hamnet’in ölümüne giden günleri araştırıyor ve bu olayın tüm zamanların en büyük oyunlarından birinin yazılmasını nasıl etkilemiş olabileceğine dair hipotezler kuruyor.
Yaptığı en ilginç seçim, Shakespeare’in kendisine değil, onun yerine ailesine odaklanması. “William” ve “Shakespeare” kelimeleri asla kullanılmaz ve kitabın ne hakkında olduğunu bilmiyorsanız, sonuna kadar “koca”nın kim olduğunu anlayabilir misiniz bilmiyorum. Ona sempati duyuyorsunuz, ancak hikayenin merkezindekiler gerçekten karısı Agnes Hathaway ve üç çocuğu.
Agnes (çoğu insanın muhtemelen Anne olarak bildiği) büyüleyici bir karakterdir. Tarih tarafından çok daha genç Shakespeare’i hamile kalarak evliliğe hapseden hesapçı bir kadın olarak resmedildi, ancak O’Farrell ona farklı bir bakış açısı getiriyor. Bu Agnes, doğa ile derin bir bağlantısı olan gizemli ve neredeyse doğaüstü bir figürdür. Geleceği görebilen yetenekli bir şifacıdır; ki ilk çocuğunun bir kız olacağını ve sadece iki çocuğunun onun ölümünü izlemek için yaşayacağını biliyor.
Stratford-upon-Avon’un çoğu ondan korkar, ancak Shakespeare onu farklı kılan şeylere çekilir ve ona aşık olur. Kız kardeşine Agnes’i anlatırken, “O, şimdiye kadar tanıdığın hiç kimseye benzemiyor… Bir insana bakıp ruhunun içini görebilir. İçinde bir damla sertlik yok. Bir insanı olduğu gibi kabul ediyor, olmadığı ya da olması gerektiği gibi değil.”
Çocuklarından ikisi hastalanınca, ki önce küçük kızları Judith ve ardından ikizi Hamnet, Agnes onlara kendi başına bakmak zorunda kalır. Shakespeare Londra’da tiyatroda çalışıyor ve hasta olduklarını çok geç öğreniyor.
Gerçek Hamnet’i neyin öldürdüğünü kimse bilmiyor. O’Farrell, o dönem için makul olanın hıyarcıklı veba olduğunu iddia ediyor. Şu anda veba hakkında okumak ilginç geliyor, zira şu anki salgından çok farklı bir tür salgındı. Tüm topluluklarda büyük salgınlar göremezsiniz. Agnes’in ailesine olan şey bu, bir evde rastgele ortaya çıkıyor gibi görünüyor.
Hamnet’in hikayesinin trajediyle biteceğini başından beri biliyorsunuz. O’Farrell’ın ne kadar yetenekli bir yazar olduğunun kanıtı, her şeyin farklı sonuçlanabileceğine ve Agnes’in onu kurtarabileceğine inanmadan edemiyorsunuz. Bana bu kitap, biraz George Saunders’ın “Lincoln in the Bardo” romanını hatırlattı. Her iki kitap da, Bardo çok daha fantastik olmasına rağmen, tarihsel figürlerin bir çocuğun kaybına nasıl tepki vereceğini hayal ediyor. Ne yazık ki, bu alışılmadık bir durum değil. Lincoln’ün zamanında çocukların sadece üçte ikisi beşinci doğum günlerini görecek kadar yaşıyordu ve Shakespeare’in zamanında ihtimaller çok daha kötüydü. O’Farrell ve Saunders, beklendiği bir çağda bile bir çocuğu kaybetmenin ne kadar yıkıcı ve şok edici olduğunu yakalıyor.
Hamnet nihayetinde bir oğlunun ölümünün ebeveynlerini nasıl rahatsız ettiği hakkında bir hikayeyken, Hamlet bir ebeveynin ölümünün oğlunu nasıl rahatsız ettiği hakkında bir hikaye. O’Farrell ikisini akıllıca birbirine bağlar ve Shakespeare’in kederini ve suçluluğunu nasıl yazıya aktardığına dair etkileyici bir açıklama sunar. Geri dönüp oyunu yeniden okuma isteğimi sağladı diyebilirim.
Shakespeare’in yazılarına aşina iseniz, Hamnet’i seveceğinizi düşünüyorum. Konusu ağır olsa da okuması şaşırtıcı derecede kolay. Bunu depresif değil duygusal olarak tanımlıyorum. Kitabın sonunda Agnes, “izleyici ile oyuncular arasındaki, gerçek hayat ile oyun arasındaki sınırı delebilmeyi” dilediğini söylüyor. O’Farrell bu çizgiyi aşarak ve gerçek hayatın tarihin en büyük oyunlarından birini nasıl etkilemiş olabileceğini hayal ederek olağanüstü bir iş çıkarmış.
Comentarios