top of page

Blog Posts

Writer's pictureHüseyin GÜZEL

Hayallerinize Sıkı Sıkıya Sarılın

Burada, gözden kaçan güzellikler hayat buluyor... Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, mesafe ölçer kameramı sıkıca tuttum. Her adımımda, doğanın bana sunduğu mucizeleri keşfediyordum. Gözden kaçan çiçekler, gizli kalmış su kaynakları... Bu sessizlikte, kendimi doğanın bir parçası gibi hissediyordum. Düşüncelerim, bu eşsiz güzellikler arasında kaybolup gidiyordu.


Küçük sırt çantam, Washington maceram için hazırdı. İçinde dört gün boyunca bana eşlik edecek, hayat kurtarıcı eşyalarım vardı. Oradaki canlarım beni hem yeni yuvalarına ısındırmak hem de 60. yaşıma girme kutlamasıyla şımartmak istiyorlardı. Özellikle taze limon kareleri sözü, valizimi hazırlama hızımı ikiye katlamıştı. Heyecanla yola koyulmak üzereydim!


Hold Fast to Dreams
"Hold Fast to Dreams", Photos by John P. Weiss

Kalbim göğsümde gümbür gümbür atarken, havaalanının kalabalığı arasında kendimi kaybolmuş gibi hissediyordum. Uçağımın kalkış saatine daha çok vardı ama ben zaten gerginliğin pençesindeydim. Çantamın derinliklerinden fotoğraf makinemi çıkardım. Parmaklarım, makinenin soğuk gövdesini okşarken bir nebze olsun rahatladım. Objektifini temizleyip ayarlarını kontrol etmek, beni gerçek dünyadan soyutlayarak sakinleşmeme yardımcı oldu. Her bir düğmeye basışım, içimdeki fırtınayı biraz daha yatıştırıyordu.


Geçmişi ve ziyaret edeceğim çifti düşündüm.


Üniversite yıllarımızın o unutulmaz günlerinde tanışmıştık. Gençliklerinin baharında evlenerek hayatlarına yeni bir sayfa açmışlardı. Düğünlerinde onları yalnız bırakmamış, mutluluklarına ortak olmaktan büyük bir onur duymuştum. Evlilikleri, sanki masallardaki gibiydi. Birbirlerine olan sevgileri her geçen gün artıyor, yuvalarına minik bir melek gelmesiyle de mutlulukları taçlanmıştı.


Gözlerimi kapatıp arkamdaki yılların manzarasını gözümde canlandırdım. Yaşadığım her an, tattığım her duygu, sanki bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Bazen gülümsedim, bazen gözlerim doldu.


Yaşamın tüm yükünü omuzlarımızda taşıdığımız yıllar... Kariyerlerin yükseliş ve düşüşleri, minik kalplerin büyüyüşünü izlemek, ebeveynlerimizin ellerinden tutmak ve onları sonsuzluğa uğurlamak... Ve şimdi, bedenlerimiz yorulmuş olsa da, ruhlarımız hâlâ yaşama tutunuyor.


Elbette, dostluğun keyfini çıkarmaya hâlâ zaman ayırıyoruz. Bir araya gelip yemek yiyor, içiyor ve kahkahalarla dolu anlar yaşıyoruz. Her seferinde, bize armağan edilen bu harikulade hayata bir kez daha hayran kalıyor ve minnettarlıkla içimizi dolduruyoruz.


Karanlıkta bir arkadaşımla yürümeyi tercih ederim


Uçuş, şükürler olsun ki, olaylı geçmedi.


Portland havaalanına indim ve uzun bir yürüyüşten sonra bagaj teslim yerini geçip, arkadaşımın devasa, kırmızı, kiralık bir kamyonda beklediği yolcu alma alanına ulaştım. Hava kapalı, serin ve hafif sisliydi. Yaşadığım yer olan Güney Nevada'daki son sıcak havadan ferahlatıcı bir değişiklikti.


Arkadaşımla yol boyunca sohbet ettik, iyi bir dostluğun ömür boyu getirdiği türden kolay, akıcı bir sohbet. Kısa süre sonra Oregon'dan Washington'a geçtik.


Vardık ve evine giden dik yoldan aşağı indik. Karısı garajdan çıktı ve mülklerinin altındaki Columbia Nehri'nin güzel manzarasını seyretmeden önce bana sarıldı.


View of the Columbia River
View of the Columbia River

Eski dostların nimetlerinden biri, mesafe ve zamanın geçmesinin aşinalık ve sevgi bağlarını değiştirememesidir. Her zaman olduğumuz gibiyiz, sadece daha yaşlıyız.


"Işıkta yalnız olmaktansa karanlıkta bir dostla yürümeyi tercih ederim." Helen Keller

Bedenlerimiz yaşlanır ve gençliğin, umutların ve hayallerin çiçek açması geçmiş olabilir, ancak geriye rahatlatıcı ve değer verilen bir şey kalır. Eski dostlar tarihimizin hayırsever koruyucularıdır. Anıları paylaşırlar ve önyargılarımızı ve tuhaflıklarımızı yargılamadan bilirler.


Taze pişmiş ve içeride bekleyen limon karelerine olan sevgimi hatırlıyorlar.


Yeni evlerini gezdiriyorlar, sırt çantamı ve kamera askısını misafir odasına fırlatıyorum ve bir köpek ve iki kediyle karşılaşıyorum. Bunlar, Portland'da yeni kiraladıkları bir daireyi düzenlemekte olan arkadaşlarımın kızına ve erkek arkadaşına ait.


Köpek genç, iyi eğitimli, şefkatli, gösterişli bir mendille süslenmiş ve hayat dolu. Kediler kayıtsızdır çünkü onlar kedidir.


En iyi arkadaşım
En iyi arkadaşım

Arkadaşlarımın geniş evine adım attığım anda, sıcaklık ve neşesi beni sarıp sarmalıyor. Hayvan dostlarımızın sevimli varlığı, özenle hazırlanmış güzel yemekler ve içecekler… Ama asıl dokunan, onca yılın ardından, nerede olursak olalım, arkadaşlığımızın her zaman bir yuva gibi hissettirmesi. Bu bağ, dünyanın soğuk kayıtsızlığına karşı bir sığınak, huzurun ve ait olmanın gerçek anlamını bulduğum bir liman.


Geçmişi anıyoruz.


Ebeveynlerimizin vefatını… Arkadaşımın karısı, "Biz artık eski muhafızlarız." diyor. Ve bu doğru.


Artık evlerin ve yatırımların sahibi biziz. Emeklilikle tanışan biziz. Diz protezlerinden ve yaşlanmanın kaçınılmaz iniş çıkışlarından bahsetmiyorum bile.


Ebeveynlerimizin sonuna kadar yanında olduğumuz için, sonunda bizi neyin beklediğini de biliyoruz.


Ama hala zamanımız var.


Burada, gözden kaçan güzellikler hayat buluyor İyi arkadaşlar gibi. Köpekler ve kediler gibi. Sabah kahvesi gibi. Akşam taze pişmiş limon dilimleri gibi…


Ve hayatın tüm zorluklarına, kayıplarına ve üzüntülerine rağmen, kendimize daha da derinlemesine büyümenin iyi olduğu hissi gibi. Ve deneyim ve bilgeliğin yaşlanmanın kenarlarını yumuşattığı, bir tür tatlı minnettarlık bıraktığı bu yaşam aşamasını kucaklamak gibi...


Arkadaşım ve ben o gece güvertede sıcak küvette ıslanırken, yıldızlar bulut örtüsünün arasından göz kırpıyor ve serin bir esinti boynumuzu yalıyor. Biraz su ve yarım limon dilimiyle sonunda emekli olmaya hazırım.


Yatakta, anne ve babamı düşünüyorum.


Eskiden düzenledikleri partileri ve o zamanlar oğlum ve arkadaşlarımın kızının şimdiki yaşlarında olduğumu düşünüyorum. Yaşam döngüleri tekrar ediyor ve bunda hoş ve güven verici bir şey var.


Uykuya dalıyorum ve derin bir uyku çekiyorum…


Burada, gözden kaçan güzellikler hayat buluyor


Ertesi sabah dağdan aşağı, şirin küçük kasabaya doğru yola çıkıyoruz.


Ayaklarım ahşap kaldırımlarda hafifçe ses çıkarırken, sanki zamanda geriye doğru süzülüyormuşum gibi hissettim. Amerika'nın bu küçük kasabası, geçmişin izlerini hâlâ üzerinde taşıyordu. Evlerin yıpranmış cepheleri ve eski tabelalar, bir dönemin ihtişamlı günlerinden kalan kırıntılardı. Dükkanların kapılarında asılı tahta levhalar, sanki kasabanın kalbinde atmakta olan bir sessizlik vardı. COVID'in gölgesi, burayı da es geçmemiş, durgun bir atmosfere büründürmüştü.


Kapıyı çınlattığımda, eski bir zil sesi yankılandı odada. İçeri adım atar atmaz, gençliğimdeki Five and Dime mağazalarının o tanıdık kokusu burnuma doldu. Raflardaki renkli şişeler ve tozlanmış kutular, geçmişe açılan bir kapı gibiydi. Gözlerim, köşedeki eski bir sakız makinesine takıldı. Paslanmış düğmeleri ve renkli kapsülleri, çocukluğumun tatlı anılarını canlandırdı. Mesafe ölçer kameramı çıkarıp, bu anı ölümsüzleştirmek istedim.


Old bubblegum machines
Eski sakız makineleri

Mağazanın arkasından gelen sesleri duyuyorum ve eczane bölümünde telefonla konuşan bir beyefendi görüyorum.


Beyefendinin arkasındaki tozlu raflarda sıralanan antika ilaç şişeleri, sanki birer sır saklıyormuş gibiydi. Arkadaşlarımın dediğine göre, burası kasabanın tek kalan eczanesiymiş ve bu beyefendi de bir zamanlar burayı işletiyormuş. Genç bir çifte sattıktan sonra da eczanede çalışmaya devam etmiş. Acaba bu eski eczanede ne gibi sırlar saklıydı? Belki de o tozlu raflarda, kasabanın unutulmuş hikayeleri yatıyordu.


Eczacı telefonu kapatıyor ve arkasındaki eski ilaç şişelerine baktığımı görüyor. Onları işaret edip, "Hala reçeteleri doldurmak için mi kullanıyorsun?" diyorum ona.


"Hayır efendim, onlar sadece sergilemek için," diyor bana kıkırdayarak.


Kel, gözlüklü, zayıf ve rahat giyimli haliyle tam bir Norman Rockwell tablosu karakteriydi. Sanki bir çizgi filmden fırlamış gibiydi. Onunla sohbet ederken, zaman durmuştu. Telaşsız, sakin bir ses tonuyla, küçük kasabalıların o samimiyetini taşıyordu. Sanki yıllardır tanıyormuşum gibi hissettim.


The old pharmacist
Yaşlı eczacı

Yaşlı eczacı, babamın berberini andırıyordu. O yavaş, ölçülü konuşma tarzı, sanki zamanın durduğu bir köşedeydiler. Hayatın bu kadar hızlı akmadığı, insanların birbirleriyle göz teması kurarak saatlerce sohbet ettiği günlerden kalma bir samimiyet vardı sesinde. Sanki dijital dünyanın gürültüsünden uzak, sakin bir limanda konuşuyorduk.


Eczaneden ayrılıp sokağa çıktığımızda, ciğerlerimize taze hava doldu. Güneş yüzünü göstermiş, kuşlar cıvıldaşıyordu. Küçük bir kahve dükkanının önünde durduk. İçerisi loş ve sıcak bir ışıkla aydınlanmıştı. Arkadaşlarımla birlikte içeri girdiğimizde, günün yorgunluğunu üzerimizden atmak için harika bir fırsat olduğunu düşündüm. Birlikte kahvelerimizi yudumlayıp sohbet ederken, hayatın basit güzelliklerinin tadını çıkarıyorduk.


Öğleden sonra, arkadaşımla birlikte yerel bir bira fabrikasına doğru yola çıktık. Asansörle en üst kata vardığımızda, nefesim kesildi. Columbia Nehri, ayaklarımızın hemen altında parıldıyordu. Güneş, bulutların arasından süzülerek yüzümüze dokunuyordu. Arkadaşımla yan yana oturduk ve şehrin karmaşasından uzaklaştık. Zaman sanki durmuştu.


Yakınlarda iki genç kadının dostça sohbet ettiğini duymamak elde değildi.


Masada biri, erkek arkadaşının ona olan düşünceli davranışlarını anlatıyordu. Küçük jestler, unutulmaz sürprizler... Dinleyen kız ise burgerine ve birasına dalmış, mutlu bir şekilde gülümsüyordu. Gençliklerinin tazeliği, aşkın büyüsüyle harmanlanmıştı. O an, sanki zaman durmuş ve dünyada sadece onlar varmış gibiydi.


Burada, gözden kaçan güzellikler hayat buluyor...


Güneşin ılık ışınları tenimize değdiği o anlarda, bira fabrikasının en üst katında içilen her yudum, hayatın tadını çıkarmak demekti. Arkadaşlarımızla paylaştığımız o anlar, dünyanın tüm yükünü omuzlarımızdan alıyor, içimizi ısıtıyordu. Belki de hayatın en güzel anları, işte bu gibi küçük, sıradan anlardaydı.


Smartphone distraction
Smartphone distraction

Ama sonra büyü bozulur.


Genç kadınlardan birinin telefonu çalmaya başlar. Telefonu açar. Kaydırma işlemine başlar. Ve sonra arkadaşı telefonunu açar.


Eski bir bira fabrikasının dönüştürüldüğü bu sanatsal mekânda, ahşap masaların üzerinde dizüstü bilgisayarlar yanıp sönüyordu. Gençlerin parmakları, kod satırları arasında dans ederken, duvarlardaki eski bira reklamları onlara eşlik ediyordu.


Hayat kanadı kırık bir kuş gibidir


Gezimizin son gününde, yerel halkın uğrak yeri olan sevimli bir lokantanın kapısını çaldık. Güneşin ilk ışınlarıyla aydınlanan mekân, sıcak bir aile ortamını andırıyordu. Menünün en üstündeki kahvaltı seçeneği, damaklarımızı şimdiden sulandırmıştı. Tam o sırada, arkadaşlarımın kızıyla erkek arkadaşı da bize katıldı. Yüzlerindeki o parıltı, hayatın ta kendisiydi. Yirmili yaşların coşkusu ve geleceğe dair umut dolu hayalleriyle, kahvaltımız bir anda daha da keyifli hale geldi.


Onları izlerken, gençliklerinin o pırıl pırıl gözlerindeki parıltıyı arıyordum. Kariyer basamaklarını tırmanırken, hayatın gerçekleriyle yüzleşirken, o idealist bakışlar yerini neye bırakacak diye merak ediyordum. Acaba, hayatın acımasız yüzü karşısında o saf coşku solup gidecek miydi? Yoksa içindeki o alev, küllerinden yeniden doğacak mıydı?


Karşımızda gazetesine gömülmüş bir beyefendi oturuyordu.


Reading the morning paper
Sabah gazetesini okumak

Adamın yüzü, bir fırtına öncesi gökyüzü gibiydi. Kaşları çatılmış, gözleri uzaklara dalmıştı. Genç garsonun sorusu, onu anlık olarak o karanlık düşüncelerinden kopardı. Kahve fincanına uzanan eli titriyordu. Acaba zihnini meşgul eden neydi? Bir iş mi kaybetmişti? Yoksa kalbini kıran bir haber mi almıştı? Her yudumda içine çektiği kahve, ruhundaki fırtınayı dindirebilecek miydi?


Çünkü bu yaşlanmanın getirdiği risklerden biri idi.


Çocukluğumdan beri tenis kortlarında hayal meyal kendimi görür, tribünlerin alkışlarını duyardım. Şampiyonluk kupasını havaya kaldırdığım anlar zihnimde canlanırdı. Ancak lisedeki o seçmeler, hayallerimin kabarcığını yavaşça söndürdü. Üniversite takımına zar zor girmiştim ve o an anladım ki, şampiyonluk hayallerim suya düşmüştü.


Ayrıca çocukluğumdan beri Pulitzer kazanan bir karikatür çizmek en büyük hayalimdi. Polis olmama rağmen, küçük bir kasaba gazetesinde karikatürler çizerek bu tutkumu yaşamaya çalıştım. Ancak şöhret ve ödüller benden hep uzak kaldı. Her çizimde o büyük hayali taşısam da, sanki bir türlü ona ulaşamıyordum.


"Hayallerimiz, ruhumuzun kanatları gibidir. Onlara sıkı sıkıya sarılmak, özgürce uçabilmek demektir. Hayalleri kaybetmekse, kanadı kırık bir kuş gibi yere çakılmak gibidir." Langston Hughes

Yine de başka hayaller gerçek oldu.


Bir ömür boyu süren polislik görevimden sonra, içimdeki sanatçıyı özgür bırakmaya karar verdim. 52 yaşında, rotamı tamamen değiştirerek yazarlık, fotoğrafçılık ve sanatın büyülü dünyasına adım attım. Polislik üniformasını çıkarıp, yaratıcılığımın fırçasını elime aldım.


Şimdi, yeni hayallerim var.


Yazmaya, kitap yayınlamaya, sokak fotoğrafçılığı yapmaya ve insanları harekete geçiren ve ilham veren hikayeler anlatmaya devam etmek istiyorum.


Arkadaşlarımın da hayalleri var.


Arkadaşım, atıcılık tutkusunu daha da ileriye taşıyarak rekabet arenasında yer almak istiyor. Aynı zamanda, emeğiyle büyüttüğü Mustang'iyle yollara çıkmanın heyecanını yaşıyor. Eşi de iç dünyasındaki sanatçıyı yeniden uyandırıp, bu güzelliği kızlarıyla paylaşmanın mutluluğunu yaşamak istiyor.


"Gelecek, hayallerinin güzelliğine inananlara aittir." Eleanor Roosevelt

Hayatta önemli olan budur


Seyahatimin son gününde, akşam evlerindeki her köşeyi bir veda ritüeliymişçesine temizliyorlardı. Anahtarın çevirdiği ses, kalbime de bir kilit vuruyormuş gibi geliyordu. Ayrılık vakti gelmişti.


Kaliforniya'daki hayatları onları bekliyordu. Orada işleri vardı, yeni başlangıçlar yapacaklardı. Emeklilik henüz kapıyı çalmamış olsa da, Washington'daki bu ev, onlara bir nevi sığınak olmuştu. Kızlarına yakın olmak, burayı terk etme kararını zorlaştırıyordu.


Havaalanına gidiyoruz ve yerel bir bira fabrikasında öğle yemeği yiyoruz.


Karşımda, masada yayılmış bir gazeteyle birlikte, köpüklü IPA'sından büyük lokmalarla içen ve elindeki burgerin son lokmasını ısırmaya hazırlanan bir adam vardı. Gözleri gazetedeki satırlarda kayboluyor, arada bir de burgerine uzanıyordu. O anki rahatlığı, içinde bulunduğum karmaşanın tam tersiydi. Onun o anki huzuru, sanki benim de hissetmek istediğim bir şeydi.


Mutlu ve mesuttu.


Vedalaşmaların sıcaklığıyla dolu bir sarılmanın ardından, arkadaşlarımın gözlerindeki yaşları sildim. Onlara olan minnet duygusu yüreğimi ısıtıyordu. Uçağa bindiğimde, pencereden bakıp küçülen evleri izledim. Yanımdaki seksen yaşında teyzenin sohbeti, bu ayrılık acısını dindirmeye yetti. Hayatın her anında güzelliklerin olduğunu bir kez daha anlamıştım.


Uçuş görevlisi bana diyet kolamı uzatıyor ve sonra yaşlı kadın bana dönüp devam ediyordu:


"Portland'ın gri yağmurlarından kaçıp, kızımın güneşli Vegas evine doğru yola çıkıyorum. Kırklı yaşlarına basan küçük kızım... Zaman ne kadar hızlı akıyor değil mi? Orada hayatını kurmaya çalışırken, kira konusunda ona destek olmak benim için bir görev. Son erkek arkadaşıyla yaşadığı hayal kırıklığı yüzünden biraz kırılmış olsa da, onun kendi yolunu bulması gerekiyor. Birkaç günlüğüne de olsa, kollarım arasında olacak olması beni mutlu ediyor. Belki de bu kısa ziyaret, ikimiz için de iyi gelecektir."


Ona bir tür onay olarak gülümsüyorum. O da ekliyor:


"Aile ve iyi arkadaşlar. Hayatta önemli olan bu. Gerisi inişler ve çıkışlar. Ama aile ve iyi arkadaşlar, hayatı yaşamaya değer kılan şey bu."


"Amin," dedim ona.


"Amin." dedi.


(Makalenin orjinali ilk olarak burada yayınlandı)


6 views0 comments

Recent Posts

See All

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
  • Beyaz LinkedIn Simge
  • Beyaz Facebook Simge
  • Beyaz Heyecan Simge

BU İÇERİĞE EMOJİ İLE TEPKİ VER

bottom of page