top of page

Blog Posts

Kurtulamayacağınız Acı Nedir?

Writer: Hüseyin GÜZELHüseyin GÜZEL

Evimin arka bahçesine bakan penceresinden sık sık gözüme takılan bir manzara var. Yaşlı bir kadın, bahçemin alt kısmında, toprağın üzerinde oturuyor. Bazen elinde bir kürekle bitkiler için çukurlar kazıyor, bazen de bahçenin patikalarındaki taşları özenle yeniden düzenliyor. Bu çöl bahçesi, onun ellerinde adeta bir sanat eserine dönüşmüş. Her bir köşesi, her bir santimi büyük bir titizlikle ve sevgiyle tasarlanmış, özenle korunmuş. Sanki bahçe, onunla birlikte nefes alıyor, onunla birlikte yaşıyor gibi. Yaşlı kadının her hareketi, toprağa ve bitkilere duyduğu derin bir saygıyı, onlarla kurduğu özel bağı yansıtıyor. Bu bahçe, onun huzur bulduğu, kendini ifade ettiği, belki de anılar biriktirdiği bir sığınak. Ve ben, pencereden onu izlerken, bu sessiz hikayenin bir parçası oluyorum.

 

Karım kütüphanemizde köpeklerimizle birlikte oturuyor
"Karım kütüphanemizde köpeklerimizle birlikte oturuyor" photos by John P. Weiss

Güney Nevada'nın kavurucu yaz sıcağı, adeta bir fırın gibi yakarken, bahçemin alt kısmında bir inatçı ruhla karşılaşıyorum. Geniş kenarlı hasır şapkası, yüzünü güneşin acımasız ışınlarından korurken, gümüş gibi parlayan yansıtıcı kıyafetleri, onu adeta bir zırh gibi sarıyor. Yaşlı kadın, toprağın üzerinde bir ressam gibi çalışıyor, her bir bitkiye, her bir taşa özenle dokunuyor. Sanki bahçe, onunla birlikte nefes alıyor, onunla birlikte yaşıyor. Güneşin yakıcı sıcağına aldırmadan, bahçesine olan tutkusundan asla vazgeçmiyor.

 

Eskiden, kocasının onun bahçedeki çabalarını evin penceresinden izlediğini duymuştum. Ancak adam bir kalp krizi geçirdi ve şimdi hayatta olup olmadığını bilmiyorum. Her ne olursa olsun, bahçe onun için bir sığınaktı. Güzelliği yarattığı yer orasıydı.

 

Huzuru bulduğu yer de.


Karım da bir bahçıvan ruhu taşıyor. Yıllar önce hemşirelik kariyerine ara vererek bir bahçe merkezinde çalışmaya başladı. Maaşı önceki işine göre çok daha düşüktü, ancak orada bulduğu huzur ve dinginlik ona adeta şifa oldu.

 

Köpeğimizi evden çıkarır, bahçenin ortasına kadar gezdirir ve sonra onu ziyaret ederdim.

 

Bazen karım ve iş arkadaşları için buzlu kahve alırdım. Ardından bahçenin ortasındaki banklardan birine oturur, çeşmelerden damlayan suyun sesini, arıların vızıltısını dinler, mis kokulu çiçekleri içime çeker ve o huzurlu atmosferin tadını çıkarırdım.

 

Ve bahçenin karım için ne anlama geldiğini iliklerimde hissederdim.

 

Hangi mektubu göndermek istiyorsun?


Geçen hafta kişisel kütüphanemde dolaşırken Susan Cain'in "Bittersweet: How Sorrow and Longing Make Us Whole." adlı kitabına yeniden göz atma fırsatı buldum.


Kitap, "Saraybosna'nın çellisti" olarak tanınan Bosnalı çellist Vedran Smailovic'in dokunaklı hikayesiyle başlıyor. 1990'lardaki Saraybosna kuşatması sırasında Smailovic, keskin nişancı mermilerinin vızıldadığı, bombalanmış binaların enkazında ve acı dolu cenazelerde bile çellosunu elinden bırakmamış. Müziği, Smailovic'in şiddete ve savaşın ölümcül yıkımına karşı bir haykırışıydı adeta.

 

İnsanlığa yönelen bombaların, silah seslerinin ve savaşın dehşetinden bir anlık teselli, Albinoni'nin Sol Minör Adagio'sunun yürek burkan notalarında saklıydı. Smailovic, savaşın derin kederini en iyi bu eserin yansıttığına inanarak Albinoni'nin Adagio'sunu Sol Minör'de icra etti.

 

Belki de güzelliğin umuduydu... Smailovic, çellosunu savaşın ve yıkımın ortasında çalarken, kaos ile güzellik arasında, umutsuzluk ile umut arasında çarpıcı bir tezat yaratıyordu.


Wikipedia'ya göre Vedran Smailovic, kariyeri boyunca Saraybosna Operası, Saraybosna Filarmoni Orkestrası, RTV Saraybosna Senfoni Orkestrası ve Saraybosna Ulusal Tiyatrosu gibi önemli kurumlarda çellist olarak görev yapmış.


Müzik, Smailovic'in yaşamının özüdür. Belki de dünyanın acımasızlığı ve ıstırabıyla başa çıkmasının tek yoludur müzik. Kravatı ve uzun paltosuyla oturup Albinoni'nin Sol Minör Adagio'sunu o yürekten edayla çalarken, adeta hepimize bir aşk mektubu gönderiyor. Bir şefkat, özlem ve umut mektubu...

 

Peki sen hangi mektubu göndermek istiyorsun?

 

Hayatı iki kez tatmak için yazıyoruz

 

2016'nın ortalarına doğru hayatımda bir dönüm noktası yaşadım. 26 yıllık başarılı bir polis şefi olarak, kolluk kuvvetlerindeki kariyerimin sonuna yaklaşıyordum. Yıllar boyunca hem kariyerimden hem de meslektaşlarımla birlikte yardım ettiğimiz sayısız insandan gurur duydum.

 

Ama ruhumun derinliklerinde bir şey hareket ediyordu.

 

Birkaç yıl önce babamın sağlığı kötüleşmeye başladı. Demansın puslu dünyasında ve yaşamın son demlerinde ona destek olmak için devreye girdim. Ardından annemin Parkinson hastalığı ilerleyince, onun bakımını ve sağlığını gözetmek de bana düştü. Yaşlanmanın zorlu yüzüyle ve hayatın sınırlı olduğu gerçeğiyle derinden yüzleştim.

 

Ve ruhumda bir tür acı hissettim.


Her zaman yaratıcılığa tutkuyla bağlı biri oldum. Yerel basında denemelerim yayınlandı, gazeteler ve dergiler için editoryal karikatürler çizdim. Yağlı boya ile manzara resimleri yapma konusunda eğitim aldım ve edebiyatın derinliklerinde huzur buldum.

 

“Hayatı iki kez tatmak, hem o anı yaşamak hem de geçmişe dönüp o anı yeniden deneyimlemek için yazıyoruz.” Anais Nin

Ancak polis şefi olarak onuncu yılımın sonuna yaklaşırken, bir değişikliğe hazır olduğumu fark ettim.


Erken emekli olup kendimi tamamen yazmaya adamaya karar verdim. Edebiyatın içindeki güzelliği ve umudu her zaman görmüşümdür ve içimde anlatılmayı bekleyen, can atan hikayeler vardı.


Ben de, caddenin aşağısındaki o bahçede, dünyaya güzellik katmak için didinen kadın gibi, okuyucuları harekete geçirecek ve onlara ilham verecek hikayeler ve denemeler yazmak istedim. Sözlerimin başkalarının ruhuna dokunacağı umuduyla, bildiğim ve hissettiğim her şeyi ifade etmek için sabırsızlanıyordum.


Yazmak, benim yaratıcı dünyamın kapılarını açtı.

 

Başkalarını iyileştirmeye yardımcı olmanın bir yolu

 

Susan Cain'in kitabına göz atarken, aşağıdaki satırlara rastladım:

 

"Hiç kendinize sordunuz mu: Hayranlık duyduğunuz sanatçı, müzisyen, sporcu, girişimci, bilim insanı veya ruhani lider kim ve onları neden seviyorsunuz? Onlar sizin için neyi ifade ediyor? Peki, üstesinden gelemediğiniz acı nedir ve bunu yaratıcı bir ifadeye dönüştürebilir misiniz? Benzer acılar yaşayan başkalarına şifa olacak bir yol bulabilir misiniz? Acınız, Leonard Cohen'in dediği gibi, güneşi ve ayı kucaklama biçiminiz olabilir mi?"

 

Başkalarını iyileştirmeye yardımcı olmanın bir yolu var mı?

 

Kelimeler yüreğime dokundu ve yazılarımla ulaşmak istediğim asıl amacın bu olduğunu anladım. İnsanları harekete geçirmek, onlara ilham vermek, güven aşılamak ve yaralarını sarmak istiyorum.

 

Tıpkı Vedran Smailovic'in müziğiyle yapmak istediği gibi.

 

Susan Cain, kendi içimizdeki hüzünlerin ve özlemlerin bize öğrettiği dersleri bilip bilmediğimizi sorgulamaya devam ediyor. Ben de kendi kendime "Evet, biliyorum. Ve bu dersleri başkalarıyla paylaşabileceğime inanıyorum." diye cevap veriyorum.

 

Birkaç sayfa sonra Cain şöyle yazıyor kitabında:

 

"Belki de orta yaşa veya alacakaranlık yıllarınıza ulaştınız ve uzayan gölgelerin kasvetli olmak zorunda olmadığını, aksine günlük hayatın, çoğu zaman gözden kaçırdığımız güzelliklerini fark etmek için bir fırsat olduğunu keşfediyorsunuz."

 

Cain, kutsal ve mucizevi olanın her yerde mevcut olduğunu fark etmek için belirli bir inanca veya bilgelik geleneğine bağlı olmamıza gerek olmadığını söylüyor. Aslında, onlar kelimenin tam anlamıyla her yerdeler. Biz modern insanlar, çoğu zaman fark etmeden yanlarından geçip gitsek de.

 

Oturdum ve düşüncelere daldım, Cain'in kitabı elimde açıktı.

 

Evet, sanırım öyle. Kutsal olan her yerde, etrafımızda. Anlatmak istediğim hikayelerde de var, Vedran Smailovic'in müziğinde de.

 

Komşumun mükemmel bir şekilde bakımlı bahçesinde de…

 

Kurtulamayacağın acı nedir?

 

Bazen eve döndüğümde, kitaplar, hayvanlar ve hafif müzikle dolu oturma odamızda karımın yanına otururum.


Elinde bir kadeh şampanya, iPhone'unda yeni bir kitap keşfetmeye dalmış olur. Hayvanlar huzurlu ve mutlu, resimli penceremizden görünen manzara ise uzak dağların ve hüzünlü bulutların görkemini sergiler.


Ben de kendime bir içki doldurup ona eşlik ederim.


Kütüphanemizdeki resimli pencere
Kütüphanemizdeki resimli pencere

İşte karşımda oturan bu muhteşem kadın, benim karım. Onun yaratıcı ifadesi, ölenlere sunduğu huzur ve onurla dolu bir bakım evi hemşiresi olarak ortaya çıkıyor. Elbette, bahçedeki çalışmaları da göz kamaştırıcı, ancak asıl senfonisi, başkalarına gösterdiği şefkatte yankılanıyor.


Ve şimdi, kütüphanemizde yan yana oturuyoruz.


İçimdeki acıyı düşünüyorum; başkalarına yolculuklarında eşlik edecek hikayeler ve denemeler yazma arzusunu. Bu, üstesinden gelinemeyen, ama bir o kadar da tatlı bir acı. Tıpkı Vedran Smailovic'in çellosuyla savaşın kurbanlarına teselli sunma çabası gibi. Ya da karımın, bu dünya ile öteki dünya arasında gidip gelenlere şifa olma gayreti gibi. Ya da komşumun, komşularıyla paylaştığı o muhteşem bahçeyi yaratma tutkusu gibi.


Peki ya sen? Senin yaratıcı ifaden ne?

 

Okuduğunuz için teşekkürler…
Okuduğumuz için teşekkürler…

Kurtulamayacağın ağrı nedir? Her ne olursa olsun, dinleyin. İlahi esinlenmiş olabilir. Büyülü bir çağrı.


Bunu yaratıcı teklifiniz haline getirin ve dünyayı değiştirebilirsiniz.


(Bu deneme yazım hakkında buraya bir yorum bırakabilirsiniz)


by John P. Weiss

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating*
  • Beyaz LinkedIn Simge
  • Beyaz Facebook Simge
  • Beyaz Heyecan Simge

BU İÇERİĞE EMOJİ İLE TEPKİ VER

bottom of page