Bu videoda #Nvidia'nın kurucusu Jensen Huang'un inanılmaz başarı hikayesini anlattım. Jensen, hayatının çeşitli zorluklarına rağmen, 30 yıl önce $200 sermaye ile kurduğu şirketi Nvidia'yı bugün dünyanın en değerli şirketlerinden biri haline getirdi. Ancak bu yolculuk sadece finansal bir başarıdan ibaret değil, aynı zamanda kararlılık, vizyon ve tutku dolu bir serüveni de içeriyor.
Bu adama iyi bakın.
Bir zamanlar okulda tuvaletleri temizleyen bu adam bir gün dünyanın en zengin insanı olacak. 30 sene önce $200’a kurduğu şirket, bugün 2 trilyon dolarlık bir deve dönüştü. Bir gün onun hikayesini anlatan bir film çekilecek ve muhtemelen kendisini Jackie Chan canlandıracak.
Ama o günler gelmeden, filmleri çekilmeden, henüz hakkında yazılmış bir kitap bile yokken, ben size kendi bakış açımla NVIDIA’nın kurucusu bu adamın hikayesini bir anlatayım.
Jen-Hsun “Jensen” Huang, 1963’te Tayvan’da doğmuş. Ailesi o daha 5 yaşındayken Tayland’a taşınmış. 9 yaşında onu daha iyi bir geleceği olsun diye ABD’deki Washington eyaletinde yaşayan amcasına göndermişler.
1973’te ben 9 yaşında, abim de 10 yaşındayken Tayland’da iç karışıklık vardı. Sokaklarda tanklar, askerler dolaşıyordu. Ailem bizi ABD’deki amcamın yanına göndermenin daha iyi olacağına karar verdi.
Ailesi onu Amerika’ya amcasının yanına göndermiş, amcası da onu Kentucky eyaletindeki bir yatılı okula yollamış. Hayata hızlı bir başlangıç yapmış anlayacağınız. 10 yaşına kadar dünyanın 4 farklı noktasına taşınmış. O gönderildiği yatılı okul enteresan çünkü dağlık, fakir bir bölgede birbirine düşman çetelerin yaşadığı bir yerde kurulu. İşte bu düşman ailelerin çocuklarına birbirlerini sevmeyi ve kavga etmemeyi öğretmek için kurulmuş küçük bir okul. Oranın farklı bir okul olduğunu hemen anlamış.
Okulun farklı bir yer olduğunu anladım çünkü yerlerin tamamı sigara izmaritleriyle doluydu.
Oda arkadaşı 17 yaşında vücudu yara bereyle dolu biriymiş. Çünkü sürekli kavga ediyorlarmış. Düşünsenize şiddetten kaçıp güvenli bir yere sığınmak için Tayvan’dan, Tayland’a, oradan da Washington’a ve sonra böyle dağların içinde kıyıda köşede kalmış bir yere gönderilen bir çocuksun ve karşılaştığın manzara böyle bir şey.
“Oradaki çocuklar gerçekten de çok sertti” diye anlatıyor Jensen katıldığı bir radyo programında. “Hepsinin çakısı vardı ve kavga ettiklerinde ortalık karışırdı. Çocuklar yaralanırdı!”
İşte o okuldaki herkes eğitimin yanı sıra çalışmak zorundaymış. Jensen’e tuvaletleri temizleme işini vermişler. “O dönem benim için çok zorluydu, çok çalışmak zorunda kaldım ama sonuçta hayatımı şekillendiren bir deneyim oldu” diye anlatıyor. Arkadaşları da onu her zaman içinde bulunduğu durumun kötü yönlerini değil, iyi yönlerini gören bir insan olduğunu ifade ediyor. O okulun yurdunda, penceresinin önünde bir elma ağacı varmış.
Orada oturup, elimi uzatıp elma yiyebilirdim. İnanılmaz bir şey bu. Yiyebildiğin kadar ye. Ne güzel bir ülke.
İşte bu çalışkan öğrenci daha 16 yaşındayken liseden mezun olmuş ve Oregon’da bir devlet üniversitesine gitmiş. Elektrik mühendisliği okumaya başlamış. Bir yandan Denny’s adlı bir restoranda yarı zamanlı olarak çalışırken bir yandan da okula gidip geliyormuş. Bir gün okulun laboratuvarında bir kızla tanışmış. İlk görüşte aşk. Hemen kıza kelebek koleksiyonunu göstermek istemiş 🙂Yok tabiki öyle yapmamış ama bakın onu nasıl tavlamış:
Benim gücüm okulda iyi olmaktı. Ben de ona ev ödevlerimi görmek ister misin diye sordum.
Ve işte böyle daha 16 yaşındayken tanıştığı bu kızla daha sonra evlenmiş, 2 çocuk bir köpek sahibi olmuş. 40 yıldan beri de mutlu mesut yaşıyorlar. Onlar ermiş muradına… diye bitmiyor tabiki hikayemiz. Çiftin hala mutlu bir evlilikleri var ama Jensen’in kariyeri özel yaşamından çok daha ilginç bir kavşağa yaklaşıyor şimdi.
Üniversiteyi bitirdikten sonra Kaliforniya’ya taşınmışlar. Silikon Vadisine… Orada çeşitli şirketlerde çalışmaya başlamış. Bir yandan da arada bir arkadaşlarıyla yine Denny’s restoranında buluşup takılıyorlarmış. İşte kendi şirketlerini başlatma fikri böyle bir buluşmada ortaya çıkmış.
Çocuklarımız ve köpeğimiz olduğu için konuşacak sakin bir yer bulmalıydık. Yakınlarda bir Denny’s vardı.
Tam orada bir grafik şirketi kurma kararını vermişler. “Nasıl bir şirket olsun, dünyaya biz nasıl bir katkı sağlayabiliriz diye beyin fırtınası yaptık, hayaller kurduk…” diye anlatıyor o günleri. Üniversitedeyken çok utangaç, zayıf, sinik, içine kapanık biriyken bu restoran zincirinde çalışıp da masalardaki insanlarla ilgilenmek zorunda kalınca bu beni kabuğumdan dışarı çekti diye anımsıyor: “Zor insanlarla, zor durumlarda baş edebilmeyi o zamanlarda öğrendim.”
İçinde bulunduğunuz çevreyi kontrol edemeyebilirsiniz. Kaotik durumların içinde kalmak, sonradan size iyi nitelikler kazandırabilir. Kaderin cilvesine bakar mısınız? Jensen, yıllar önce çalışmak zorunda kaldığı bu restoran zincirine daha sonra bir müşteri olarak gidiyor ve orada kendi şirketini kurma kararını veriyor.
30 yaşındaydım ve o güne kadar iş dünyasıyla ilgili hiç ders almamıştım. Hiç pazarlama dersi almamıştım.
Düşünün. 30 yaşında bir mühendissiniz. Şirketler ya da iş dünyası hakkında bir fikriniz yok. Ama kafanızda bir sürü yenilikçi fikir var. Bunları gerçekleştirmek için ne yaparsınız? Bakın ben size söyleyeyim. O gün de bugün de geçerli bir yetenek kazanmanız gerekiyor.
Derdinizi anlatabilmek. İyi bir hikaye anlatıcısı olmak. Fikirlerinizi başkalarına güzelce sunmak. O da bunu yapmış. Bir bilgisayar almış. İçine de bir sunum programı yüklemiş. O yıllarda daha PowerPoint, Keynote filan yok. O zamanlar Adobe’nin Persuasion diye bir sunum programı vardı, onu alıp yüklemiş.
Bir Mac aldım ki Persuasion’ı kullanabileyim. Onunla da yatırımcılara gösterebilmek için bir sunum hazırladım.
Tarih tam olarak 17 Şubat 1993. Nereden biliyoruz çünkü o gün Jensen’in 30. Yaş günü. Hani insan böyle günlerde hayatını yeniden bir gözden geçirir ya. O da bunu yapmış, fikirlerini gözden geçirmiş, harekete geçmiş ve 1,5 ay sonra da 5 Nisan 1993’te şirketi kurmuşlar.
Yani NVIDIA’yı. Aslında NVIDIA değil enVision ismini vermek istemişler şirkete ama bu isim başkası tarafından alınmış. Bir tuvalet kağıdı şirketi tarafından 🙂Bu tuvaletlerle ilgili bir şey var ama bakalım… Bunun üzerine Jensen Latince bir kelimeden türetmiş şirketin ismini: “invidia” kelimesinden. Gıpta etmek, imrenmek demek.
İlk 6 ay pek bir şey yapmamışlar. Kurucu 3 kişi var sadece şirkette. Sürekli buluşup konuşuyorlar. “Dün akşam ne yedin? Yarın donut getirip dolaba atalım da sabahları kahvaltıda onu yeriz.” Bir yandan böyle boğaz derdiyle meşgulken, bir yandan da şirket kurulduktan sonra ne yapılır, nasıl büyütülür, nasıl yatırım alınır gibi konularda kitap okuyorlar. Şaka değil, kendisi anlatıyor bunları. En sonunda bir avukatlık şirketine gitmiş, bize bu işler için yardım edin demiş. Onlar da demiş ki biraz sermayaye ihtiyaç var. Bize bir şeyler söyle ki biz de hisselerin fiyatlarını belirleyelim. “Ne kadar para var cebinde?” diye sormuşlar.
Ben de $200 var dedim. O da ver bakalım $200’ı dedi, ben de verdim $200’ı.
Cebindeki o $200’la NVIDIA ilk enerjisini almış ve yoluna başlamış. 30 yıl sonra bugün 2 Trilyon dolarlık bir şirkete dönüştü. 2’nin yanında artık 2 sıfır değil 12 sıfır var. Cebindeki para 30 yılda değerini 10 milyar kat arttırdı.
Jensen’in hikayesinde daha böyle bir çok ilginç şey var, mesela kuzeni de AMD’nin CEO’su olmuş.
Kaldığımız yerden devam edelim. Jensen $200’a şirketini yeni kurmuştu hatırlarsanız 30 yıl önce. Peki iş planı yapmış mı?
İş planımı hiçbir zaman bitiremedim.
Hayır, bitirememiş. Gordon Bell’ diye bir yazarın kitabını gidip almış. Kitabın adı da “Nasıl yüksek teknoloji şirketi kurarsın?”
Şu kalınlıkta! Eğer hepsini okumaya kalksaydım şimdiye ölmüş olurdum 🙂Paramız biterdi, zamanımız kalmazdı.
İlk birkaç bölümü okumuş, iş planına başlamış ama bitirememiş, sunumunu hazırlamış ve yatırımcıların kapısını çalmaya başlamış. Ve anlamış ki onlar iş planına yatırım yapmıyorlar. Çünkü iş planını herkes yazabilir. Onlar güvenebilecekleri insan arıyor ve buna yatırım yapıyor.
Soru şu, size güvenirler mi? İtibarınız önemli, geçmişiniz önemli.
Güvenilir insan olmak. İlk şart bu!
İkinci olarak yatırım yapılacak kadar büyük bir vizyona sahip olmalısınız.
Sonra da ekliyor: “Pazarın büyüklüğü önemlidir ve en azından pazarda daha önce yapılmamış bir akıllı fikrin olduğunu bilmek isterler. Bu son kısım belki de ikinci sıradadır çünkü ayrıca zamanla kendinizi yeniden keşfetmeniz gerekebilir ve kendinizi yeniden keşfetmek istiyorsanız, harika insanlara ihtiyacınız vardır.”
Bakın sadece yatırımcılar değil, girişimciler de aynı şeyi arıyor. O harika insanları… Yani güvenilir, vizyon sahibi insanları bulmak ve etrafınızı onlarla çevrelemek son derece önemli. Fiziksel olarak bir araya gelmeseniz bile onları bulun, okuyun, dinleyin, izleyin. Hangi durumlarda nasıl davrandıklarına dikkat edin.
90’larda kurulan şirket 2000’li yıllara geldiğinde hisseleri de yavaş yavaş yükselmeye başladı. O yıllarda kendi aralarında konuşup hayal kurmaya devam ediyorlarmış: Hisseler $100’a ulaştığında ne yaparız? Jensen öyle bir şey olursa ben dövme yaptırırım demiş. Ve hisselerin ilk kez bu hedefe ulaştığı gün çocuklar gibi ağlamış. Sadece sevinçten değil, acıdan!
Omzunda şirketin logosunu dövme yaptırmışsın. Sırada ne var?
Zarif bir şekilde yaşlanmak. Bir daha dövme yok.
Birçok CEO’nun özel bir giyim şekli vardır. Jensen’in de böyle bir stili var: Parlak siyah deri ceket. Her yerde bunu giyiyor. Onu böyle giyinmeye zorlayan bir modacısı filan yok. “Karım ve kızım beni giydiriyor” diyor.
Gelelim onun çalışma stratejisine. Kendisine doğrudan rapor veren 50 kişi var. CEO seviyesindeki biri için bu sayı çok fazla gibi görünebilir. Ama bu sayede şirket içinde katmanları azalttığını ve dikey bir hiyerarşi yerine yatay bir sistem kurguladığını söylüyor: “Bu sayede şirket içi bilgiyi akıcı hale getirip herkesin her şeyden haberi olmasını sağlıyoruz.”
Tabi çok kişiyle muhatap olmanın bir dezavantajı da var. Hepsiyle iletişim halinde olmalısınız. Jensen’in şirket içinde her gün yüzlerce email yazıp gönderdiği söyleniyor. Tabi bu kadar email yazabilmek için fazla uzatmamak lazım. Kendisinin başka bir özelliği de bu. Çok kısa mesajlar yazıp göndermek. Bir yönetici onların Japon şiiri haiku gibi olduğunu söylüyor, bir başkası da fidye mektubu gibi olduğunu 🙂Kısa ve hızlı mesajlaşma sistemiyle adeta ışık hızında çalışma prensibini benimsemişler. Ayrıca birçok şeyi keşif amaçlı geliştirmeyi sürdürmüşler. Mesela CUDA bunun en çarpıcı örneklerinden biri. Yapıldığında rakibi yoktu, çünkü bariz bir müşteri kitlesi de yoktu. Bu haliyle Jensen’i “Düşler Tarlası” filmindeki Kevin Costner’a da benzetebiliriz.
Hani orada kimsenin olmadığı bir yerde baseball sahası açmıştı ya. Ne diyordu gaibten duyulan o ses:
Eğer inşa edersen, gelirler.
Evet sen yaparsan, birileri onu bulur. Bugün NVIDIA’nın değeri rekor üstüne rekorlar kırıyor. Ama onu yapmaya 30 sene önce başladılar. Başladıklarında bilgisayar oyunu oynayanlara güçlü grafik kartlar üretmek için yola çıkmışlardı. Ama Jensen onların içindeki işlemci gücüyle süper bilgisayarların da çalıştırılabileceğini fark etti. O zamanlar kimsenin bu kadar güce ihtiyacı yoktu. Yapay zeka ve makine öğrenmesi gibi konulara yönlendiler. Yıllarca pek fazla ilerleme kaydedilmeyen bu alanlarda ürünlerini geliştirdiler. Onlar yapay zeka devrimine hazır hale geldiler ama yapay zeka onların istediği seviyeye bir türlü gelemedi. Onun yerine bitcoin çıktı. Bu kez onların güçlü işlemcileri kriptopara madenciliğinde kullanılan çekiçlere, küreklere dönüştü.
Ve nihayet geçen yıl başlayan yapay zeka devrimiyle gerçekten güçlü işlemcilere olan ihtiyaç zirveye çıktığında NVIDIA bu iş için 10 yılı aşkın bir süredir hazır durumdaydı.
İnşa edersen gelirler. Ama inşa etmek, kolay değil.
Her zaman tahmin ettiğimden daha zor oluyor.
Her serüven öyle. Girişimciler için bir şirket kurmak, yatırım bulmak, kaliteli insan kaynağına ulaşmak, ürün geliştirmek, karlı hale gelebilmek, halka açılmak, sürdürülebilir bir şekilde büyümek, yeni icatlar yapmak kolay değil.
Bunları her birini yapmak, delicesine zormuş.
O zaman böylesine delice işlere girmek isteyenlere ne tavsiye edebiliriz? İşi yaparken eğlenmeye bakın. Serüvenin keyfini çıkarın.
Bu yolculuktan her zaman hoşlandım. İçinde yaşadığım o dakikayı sevdim. En zor günlerde de, en iyi günlerde de… Onlar sadece günlerdi. İnsanlara yolculuğun “başarı” olduğunu düşünmelerini tavsiye ederim.
Evet, yolun sonu değil, yolculuğun kendisi bir başarı. Sanırım böyle düşünmeyi bir başarabilirsek hepimiz dünyanın en zengin insanı olabiliriz.
O yüzden, ilham almak için bu adama iyi bakın. Çünkü bir zamanlar tuvaletleri temizleyen bu adam, moralini bozmak yerine penceresinin önündeki elmalara bakıp mutlu oluyordu.
En önemli kaynak “ilham almak”tır. Umuttur. İstektir. Duygudur. Liderlerin yapması gereken ilham vermektir. Yokluktan kaynak yaratmaktır. Yokluktan enerji çıkarmaktır.
Çevrenizi böyle insanlarla doldurun. Böyle insanlara bakın. Geleceğe dair güçlü bir vizyonun peşinde koşun. Kendi elmalarınızı bulun.
Finding reliable Assignment Help Online in Australia can be a game-changer for students facing academic challenges. With Assignment Help Australia Professional Assistance, learners can access expert guidance tailored to their needs, ensuring high-quality work and timely submission. Online platforms offer diverse subject expertise, from mathematics to literature, accommodating various academic levels. Additionally, scheduling flexibility and the ability to communicate with tutors remotely provide convenience and support for busy students. Ultimately, online assignments help facilitate academic success and foster confidence in learners.