Yaşlılık, tıpkı gençlik gibi bir fırsattır... Şehrin sakin bir köşesinde, sevimli bir kahve dükkanında buluştular. Mary, kalabalık şehir merkezindeki Starbucks'ın aksine, buranın daha sessiz olmasını seviyordu. Frothy Mug'da, pencerenin kenarında her zaman huzurlu bir köşe bulabiliyor, kitaplarını okuyabiliyor ve hayatın akıp gitmesinin verdiği o hafif hüzünle baş başa kalabiliyordu.

Yaşlı adam her cuma öğleden sonraları gelirdi. O sakar küçük scooter'ı sürekli tekler, durur ve adamı uğraştırırdı. Adam, bir şeyler kurcalayıp tekrar çalıştırana kadar didinir, sonunda scooter'ı Frothy Mug'ın önüne park ederdi. Beyaz, kısa kesilmiş saçları, tıraşlı, belirgin hatlara sahip yüzü ve ince yapısıyla dikkat çekerdi. Yanından hiç ayırmadığı küçük deri bir günlük ve mesafe ölçer tarzı bir kamerası vardı.
"Merhaba Walter," derdi garsonlar samimi bir şekilde ona.
O gün Walter bir kapuçino ve kuru üzümlü çörek sipariş etti, Mary'nin yanındaki bölmeye oturdu ve kamerasını ile günlüğünü masanın üzerine bıraktı. Ceketinin iç cebinden iri bir dolma kalem çıkarıp günlüğüne notlar almaya başladı. Ardından kamerasını eline aldı, elektronik vizörden etrafı inceledi, çektiği fotoğraflar arasında gezindi ve tekrar günlüğüne notlar almaya devam etti.
Mary, kendi de şaşırarak, "National Geographic için bir görevde misiniz?" diye sordu. Normalde diğer müşterilerle pek konuşmazdı.
"Aman Tanrım, hayır. O zaman aç kalırdım. 2023'te National Geographic dergisini bitirdiler. Herkesi işten çıkardılar. Şimdi sadece çevrimiçi bir kabuktan ibaret. Bu yüzden korkarım ki fotoğrafçılığım ve günlük düşüncelerim sadece kendi eğlenceme hizmet ediyor," dedi Walter cevaben.
"National Geographic'in basılı yayınına son verildiğini fark etmemiştim. Eskiden makalelerine ve fotoğraflarına bayılırdım. Sanırım artık elimizde kalanlar, bu dünyadan geriye kalanlar," dedi Mary.
"Artık her şey dijital. Ama ben buna boyun eğmeyi reddediyorum. Bana güzel bir dolma kalem, deri bir günlük ve bir Leica mesafe ölçer kamera verin, internetteki saçmalıkların ve akıllı telefon görüntülerinin okyanusunda yolumu bulurum," dedi Walter.
"Peki, yazdıklarını ve çektiklerini gören var mı? Bana çevrimiçi değilsen, yoksun gibi geliyor," dedi Mary.
"Ben keyifli bir okuyucu, düşüncelerini kağıda döken bir yazar ve tanınmayan bir fotoğrafçıyım. Bu arada, adım Walter." dedi Mary’e
"Tanıştığıma memnun oldum, Walter, ben de Mary."
Ve her şey böyle başladı...
Mary, her cuma günü Frothy Mug'daki en sevdiği pencere kenarı köşesine yerleşirdi. Kısa bir süre sonra Walter, o huysuz scooter'ıyla gelirdi. İçeri girer, siparişini verir ve yakınındaki bir köşeye kurulurdu.
Walter ve Mary genellikle aynı köşede oturur, hayat üzerine sohbet ederlerdi. Walter, Mary'den neredeyse on yaş büyüktü ve ikisi de emekliliklerinin ortalarında, makul bir bağımsızlıkla tam anlamıyla yaşlılığın sınırında gidip geliyorlardı.
Mary duldu. Kocası Douglas, beş yıl önce aniden kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Ve bir anlamda Mary de onunla birlikte öldü. Birlikte planladığın kişi olmadan emeklilik hayatı, yalnız ve zorlu bir yolculuğa dönüşüyor.
Paylaştıkları ev artık ölüm sessizliğine bürünmüştü. Birlikte yaşadıkları hayatın en güzel anıları bile, Douglas'ın yokluğunun acı gerçeğiyle bozulmuştu.
Ve sonra sağlık sorunları vardı.
Mary, yaşlılığın getirdiği ve kendisini giderek daha güçsüz hissettiren bazı ciddi sağlık sorunlarıyla mücadele ediyordu. Douglas ile hiç çocukları olmamış, birkaç akrabası da başka eyaletlerde yaşadığı için Mary kendini gittikçe daha yalnız ve soyutlanmış hissediyordu. Birkaç kadın arkadaşı vardı ama onlar da evliydi ve çoğunlukla torunlarından ve eften püften konulardan bahsediyorlardı.
Mary bir ingilizce öğretmeniydi ve genç beyinlerle Emily Dickinson ve Jack London gibi yazarlar üzerine tartıştığı o sınıf günlerini özlüyordu. Ancak emekli olduktan sonra, Douglas ile birlikte daha ucuz bir eyalete taşındılar ve bu nedenle Mary öğrencileri, meslektaşları ve arkadaşlarıyla bağlarını kopardı.
Mary'nin sığındığı tek liman kitaplarıydı...
.
Bir cuma öğleden sonra, Mary ve Walter Frothy Mug'ın arka tarafındaki köşe masalarına yerleştiler, kahvelerini yudumlayıp sohbet etmeye başladılar.
Walter'ın kahvesinin yanındaki taze kurabiyeleri işaret ederek, "Sağlıklı seçimler yapıyorsun gibi," dedi Mary.

"Bu yaşta insan ne yapacağını şaşırıyor. Ayrıca, tatlıya da her zaman düşkündüm," dedi Walter.
"Sen zayıfsın, bu yüzden kilon hakkında endişelenmene gerek yok. Bir de menopozun o çekiciliğini yaşamak zorunda değilsin. Ben de eskiden oldukça zayıftım, ama o günler geride kaldı," dedi Mary.
"Gitmedi, Mary. Sadece farklı," dedi Walter.
"Ah Walter, bir de bana bak. Gençliğin ışıltısı sönmüş. Kocam öldü. Vücudum artık iflas etmiş durumda. Ve önümdeki tablo, hastalıktan, anlamsızlıktan ve ölümden başka bir şey sunmayan karanlık bir çıkmaz sokaktan ibaret." Mary bunları söyledikten sonra kahvesinden bir yudum aldı ve pencereden dışarıya baktı.
"Gerçekten bunlara inanıyor musun?" diye sordu Walter.
"Evet, hayatımda tek teselli kitaplar ve sizin gibi dostlarla yapılan keyifli sohbetler. Yoksa, görünmez bir hayalet gibi dolaşıyorum sanki. Gençken, yanından geçtiğim erkekler dönüp bana bakardı. Şimdi ise beni görmüyorlar bile." dedi Mary.
"Seni görüyorum, Mary. Bu hayat evresinin bize neler sunduğunu gözden kaçırmış çekici, zeki, bilge bir kadın görüyorum," dedi Walter.
"Bu çok hoş, Walter, ama o kadını aynada göremiyorum ben." dedi Mary.
"Bunun nedeni, sadece yüzeysel yansımayı görmen, mesele içindeki ruhu görememen," dedi Walter gülümseyerek.
"Belki. Ve söyle bana, 'bu hayat evresi' bize tam olarak ne sunuyor, çöküntü ve yalnızlık dışında?" dedi Mary.
"Özgürlük, Mary. Bizler sefil bir özgürlüğe sahibiz." dedi Walter.
"Kendi içimizde kaybolma özgürlüğü mü?" dedi Mary alaycı bir şekilde.
"Hayır, bu kendimiz olma özgürlüğü. Artık dünyanın yargıları, anlamsız kıyaslamaları, gereksiz kıskançlıkları ve bitmek bilmeyen hırsları hakkında endişelenmemek özgürlüğü. İstediğimiz gibi giyinebilir, tutkularımızın peşinden gidebilir ve çalışma yıllarımızın bize asla izin vermediği boş zamanın tadını çıkarabiliriz. Ve bilgeliğin değerini kazanırız," dedi Walter gözlerinde parlayan bir ışıkla.
"İnsanların seni yok saymasından, sana yaşlı ve önemsiz biriymiş gibi davranmasından sıkılmadın mı?" diye sitem edercesine sordu Mary.
"Elbette. Sanırım 'Yaşlılık bir erkeğin başına gelebilecek en beklenmedik şeydir' diyen Leon Troçki'ydi. Sanırım bu bir kadın için de aynı derecede geçerli," dedi Walter.
"İnan bana, bu durum aynen böyle. Kendimi bu kadar görünmez hissetmekten nefret ediyorum. Bir de insanlar bazen bana çocukmuşum gibi davranıyor," dedi Mary.
"Evet, ben de bu durumu yaşadım. Hatta bununla ilgili günlüğümde bir şeyler yazdım." dedi Walter, ve deri günlüğünü açtı ve kusursuz, bakır renginde harflerle yazılmış sayfaları çevirdi.
"Ah, işte burada. Bu kısa şiiri sana okuyabilir miyim?" dedi Walter.
"Elbette," dedi Mary.
Walter kahvesinden bir yudum aldı, boğazını temizledi ve "Bu küçük şiir Shel Silverstein'den," dedi.
Adı 'Küçük Çocuk ve Yaşlı Adam.'
"Sanırım bahsettiğimiz şeyi özetliyor." dedi Mary.
Ve bununla birlikte Walter şunları okudu:
"Küçük çocuk dedi, bazen kaşığımı düşürürüm.
Yaşlı adam dedi, ben de aynısını yaparım.
Küçük çocuk fısıldadı, pantolonumu ıslatırım.
Ben de, diye güldü yaşlı adam.
Küçük çocuk dedi, sık sık ağlarım.
Yaşlı adam başını salladı. Ben de.
Ama en kötüsü, dedi çocuk,
büyükler bana dikkat etmiyor gibi görünüyor.
Ve kırışmış yaşlı bir elin sıcaklığını hissetti.
Ne demek istediğini anlıyorum, dedi yaşlı adam."
Walter günlüğünü kapattı ve gözleri buğulu olan Mary'ye baktı.
"Tam da benim demek istediğim bu, Walter. Bir kere pantolonumuzu ıslatmaya başladığımızda, artık ne anlamı kalır herşeyin?" dedi Mary.
"Shel Silverstein'ın yaşlılığa bir cevabı vardı. 'Aşağı Büyümek' adında bir şiirinde anlatmıştı. Günlüğümde yok ama Bay Brown adında huysuz bir yaşlı adamla ilgiliydi. Tüm çocuklara büyümelerini söylüyordu. Burunlarını silmelerini. Kibar olmalarını. Ellerini yıkamalarını. Bu gibi şeyler. Ta ki çocuklar Bay Brown'a 'aşağı büyümeyi' denemesini söyleyene kadar. Dizlerinin üzerinde sürünmesini. Bir ağaca tırmanmasını. Dondurma yemesini. Kayan yıldızlara dilek tutmasını," dedi Walter.
"Sanırım bu yaşlı beden dizlerimin üzerinde sürünme veya ağaçlara tırmanma riskini almak istemez," dedi Mary.
"Elbette her şeyi yapamayız. Ama dondurma ve kayan yıldızlara dilek tutmak kulağa hoş geliyor," dedi Walter. "Bu bana yazdığım başka bir şiiri hatırlattı." dedi devamında.
"Walter, eski bir İngilizce öğretmeni olarak, okuma yazma bilen biriyle konuşmaktan büyük keyif aldığımı söylemeliyim," dedi Mary.
"İşte burada," dedi Walter ve ardından şiiri okumaya başladı.
"Yaşlılık, farklı bir kılıkta olsa da, gençlikten daha az bir fırsat değildir. Nasıl ki akşam alacakaranlığı kaybolurken, gökyüzü gündüz görünmeyen yıldızlarla dolarsa, yaşlılık da yeni keşifler ve deneyimler sunar."
"Ah evet, Henry Wadsworth Longfellow. Bunu hatırlıyorum," dedi Mary.
"Mesele şu ki Mary, gençlik odaklı bir kültürde yaşıyoruz. Özellikle de şu sosyal medya işleriyle. Bence bizim gibi yaşlılar için bu durum kafa karıştırıcı. Tüm bu teknolojiye ayak uydurmak zor. Artık film yıldızlarını ve müzikleri tanımıyoruz. Bence tüm bunlar, kendimizi dışlanmış ve yalnız hissetmemize katkıda bulunuyor. Ama Longfellow'un dediği gibi, yaşlılığın da bir fırsat olduğunu unutuyoruz. Üzerimizdeki gökyüzü kararabilir ama yıldızları daha iyi görebiliriz," dedi Walter.
"Bu ne anlama geliyor, Walter? Astronomiye mi başlamalıyım?" dedi Mary kıkırdayarak.
""Hayır, Mary. Her şeyi kucakla. Yaşamaya cesaret et. İnsanlar yaşımızı dışarıdan görebilir, hatta biz bile hissedebiliriz. Ama içimizde öyle hissetmiyoruz. Hepimiz içimizde olduğumuz yaştayız. O zamanları nasıl değerlendireceğimizi ve şimdi onları yaşamanın bir yolunu nasıl bulacağımızı hatırlamalıyız," dedi Walter.
Frothy Mug'daki küçük bölmelerinde oturup sohbetlerini derin derin düşünüyorlardı.
"Biliyor musun Walter, yaşlılar apartmanında bir kitap kulübü kurmayı sık sık düşündüm. Havuz başında kitap okuyan birkaç kadın görüyorum ve bir araya gelip kitapları, edebiyatı ve fikirleri tartışmak eğlenceli olurdu. Bence kitaplar hepimizi yaşlanmanın melankolisinden kurtarabilir. Görüyor musun Walter, bana ilham veriyorsun," dedi Mary.
"Umarım kesinlikle öyle olur. Ben bir fotoğrafçılık kulübüne üyeyim. En yaşlı benim ama önemli değil. Hepimiz fotoğrafçılığa aynı tutkuyu paylaşıyoruz ve gençler eski model manuel Leica fotoğraf makinemden hoşlanıyor," dedi Walter.
Tam o sırada Walter'ın cep telefonu ceketinin cebinde çaldı.
"Aman Tanrım, neredeyse unutuyordum. Geç kalacağım bir randevum var," dedi Walter.
"Beni ateşli bir buluşma için mi bırakıyorsun?" dedi Mary.
"Sıradaki randevum, mizah duygusu pek gelişmemiş, oldukça otoriter, orta yaşlı bir onkolog," dedi Walter.
"Ah, özür dilerim Walter." dedi Mary :)
"Özür dilemene gerek yok, Mary. Küçük şakalar yapıyorsun. Bu bir ilerleme. Ve kitap kulübü fikrine bayıldım. Hayat yaşamak için var, Mary. Nasıl başarabilirsek öyle. Robert Browning'i ve onun 'Benimle yaşlan! En iyisi henüz gelmedi, hayatın sonu, ilkinin tasarlandığı için.' sözünü hatırla."
"Ah Walter, şimdi de bu yaşlı İngilizce öğretmenini etkilemeye çalışıyorsun," dedi Mary gülümseyerek, Walter'ın sağlığı için duyduğu endişeyi fark etmemesini umarak. Onkoloji randevuları gerçekten de korkutucu şeylerdir.
"O kitap kulübünü başlat, Mary. Haftaya görüşürüz," dedi Walter.
Mary, Walter'ın tavsiyesine uyarak yaşadığı apartmanlardaki birkaç kadına kitap kulübü fikrini açtı. Herkes bu fikre bayıldı. Haftalık toplantılara sırayla ev sahipliği yapmaya ve her birinin bir atıştırmalık getirmesine karar verdiler. İlk kitapları olarak Kristin Hannah'ın yeni romanı "Kadınlar"ı seçtiler.
O cuma günü Mary, Frothy Mug'daki her zamanki köşesine yerleşti ve Walter'ın eski püskü scooter'ıyla gelmesini heyecanla beklemeye başladı. Ona kitap kulübünden bahsetmek için sabırsızlanıyordu. Ayrıca, kendine acımayı bırakıp gardırobunu yenilemeye karar verdiği için yeni kıyafetler giymişti.
Birkaç saat geçti ama Walter hiç gelmedi… :(
Walter'ı cep telefonundan aradı ama çağrı doğrudan sesli mesaja yönlendirildi. "Walter, neredesin? Ben Mary. Sana kitap kulübünden bahsetmek ve yeni yazlık elbisemi göstermek istiyorum," dedi sesli mesajda.
Mary birkaç gün sonra Walter'ı tekrar aramayı denedi ama yine sesli mesaja düştü. Nerede yaşadığını bilmiyordu. Hatta soyadını bile bilmiyordu. Onlar sadece kahve dükkanı arkadaşlarıydı, yüzeysel bir arkadaşlıkları vardı ve hiç derinleştirmemişlerdi bu ilişkiyi.
Bazı ilişkiler böyledir…
Tanışıklık ve arkadaşlık arasındaki o ince çizgide en iyi şekilde var olurlar. Birbirinizi belli bir ortamda tanırsınız ve hayatlarınız arasındaki o zarif mesafe ve gizem, ilişkiyi taze ve karmaşık olmayan bir şekilde sürdürür.
Ertesi cuma günü, Walter'ı tekrar bekledi ama o yine gelmedi… :(
Ve hayatına devam etti…
Kitap kulübü büyüdü ve kadınlardan bazıları onun için değerli arkadaşlar haline geldi. Onlara Walter'dan ve yaşlılığı bir fırsat olarak görmesi için ona nasıl ilham verdiğinden bahsetti. Yıldızlara bakma fırsatından. Yukarıya değil aşağıya doğru büyüme fikrinden. Dondurma yemekten…
Hayatı dolu dolu yaşamaktan...
Mary, gazeteleri ve internetteki ilanları dikkatle tarayarak Walter hakkında bir haber olup olmadığını kontrol ediyordu. Walter adında yaşlı bir adamdan bahseden bir şey bulmayı umuyordu. Ancak hiçbir ize rastlamadı.
Ta ki güneşli bir öğleden sonra takım elbiseli ve fötr şapkalı bir adam kapısını çalana kadar.
"Evet?" dedi Mary, kilitli ön kapısının içinden.
"Merhaba, Bayan Mary Swanson'ı arıyorum. Benim adım Marv Steinberg." dedi adam.
"Üzgünüm ama bu neyle ilgili?" dedi Mary, kapısı açıktı ama güvenlik zinciri hala takılıydı.
"Elliot W. Murray'in mirasıyla ilgili, Bayan Swanson," dedi adam omzuna deri bir çantayı yerleştirirken.
"O isimde kimseyi tanımıyorum. Aslında, şimdi düşününce, o ismi biliyorum. Elliot W. Murray çok satan romancılardan biri. Ama onu şahsen tanımıyorum, sadece yürek burkan kurgular yazdığını biliyorum. Man Booker Ödülü'nü kazanmamış mıydı?" dedi adama Mary.
"Evet, Bayan Swanson, Elliot W. Murray'i temsil ediyorum. Ben onun temsilcisiyim. İçeri girebilir miyim?" dedi adam.
Mary zinciri açtı ve Steinberg'i oturma odasına götürdü. Ona içecek bir şeyler teklif etti, ama o kibarca reddetti.
"Peki, bu neyin nesi?" diye sordu Mary.
"Maalesef Bay Murray vefat etti. Kanserle mücadele ediyordu ve aniden rahatsızlandı. Bu durum hala çok şok edici. Miras avukatıyla çalışıyorum ve işleri yoluna koyuyorum. Hiç evlenmemiş ve çocuğu olmamıştı. Çalışmaları, yazıları onun hayatıydı. "Ayrıca fotoğrafçılıkla da ilgilenmeyi severdi," dedi Steinberg.
"Fotoğrafçılık mı?" Mary, zihninde bir bulmacanın bir araya gelmeye başladığını hissederek söyledi.
"Evet, sokak fotoğrafçılığı. Sokaklarda dolaşarak doğal fotoğraflar çekmeyi severdi. Bu fotoğrafların bazıları, romanlarındaki karakterleri ve hikâyeleri yaratmasına yardımcı oluyordu." dedi temsilci adam.
"Kahve dükkanındaki arkadaşım Walter, sokak fotoğrafçılığı yapmayı severdi. Aman Tanrım, yoksa Walter Elliot W. Murray miydi?" dedi Mary, sesi hafifçe titreyerek.
"Evet, yakın arkadaşlarıyla ikinci adını kullanmayı tercih ederdi."
"Walter'a ne olduğunu merak ediyordum. Nerede yaşadığını bilmiyordum ve adının geçtiği hiçbir ölüm ilanı görmedim. Şimdi nedenini anlıyorum. Ah, zavallı Walter. O kadar muhteşem, nazik, harika bir adamdı ki. Yaşlılıkla nasıl başa çıkacağımı anlamama yardımcı oldu. Bana şiirlerden alıntılar yapardı ve 'büyümeye' cesaret etmemi söylerdi," dedi Mary.
"Büyümek mi?" dedi Steinberg.
"Evet, Shel Silverstein'dan. Walter her zaman şiirlerden ve edebiyattan alıntılar yapardı. Onun ne kadar kültürlü olduğuna her zaman şaşırırdım. Şimdi her şey anlam kazanıyor. Aman Tanrım, Walter, Elliot W. Murray'di. İnanamıyorum. Ünlü bir yazar olduğundan hiç bahsetmemişti." dedi Mary.
"Walter mütevazı bir adamdı," dedi Steinberg ve ekledi, "Hatta zavallı eski bir scooter'la dolaşırdı."
"Evet, o scooter'ı hatırlıyorum. Gelip bana Walter'ı anlattığın için teşekkür ederim. Bu sindirilmesi gereken zor bir şey. Bu arada, beni nereden tanıyordun? Beni nasıl buldun?" dedi Mary.
"Walter vefat ettikten sonra eşyalarını incelemeye başladık. Deri seyahat günlüğünde senden bahsetmişti. Seninle kurduğu arkadaşlığından ve bir kitap kulübü kurma planlarından ne kadar etkilendiğinden. Yanımda onun yazdıklarını buldum." Steinberg, Walter'ın tanıdık eski günlüğünü çıkardı. Kusursuz el yazısıyla dolu bir sayfayı açtı.
"Sana okuyabilir miyim?" diye sordu Steinberg.
"Elbette, evet, lütfen," dedi Mary.
Steinberg şunları okudu:
""Kahve dükkanında harika, zeki, pırıl pırıl bir kadınla tanıştım. Adı Mary ve yakındaki bir apartman kompleksinde, emeklilik topluluğunda yaşıyor. Eskiden İngilizce öğretmeniymiş, şimdi emekli ve biraz amaçsız hissediyor. Kocasını kaybetmiş ve hayattan aldığı keyif azalmış. Ama kitaplara bayılıyor. Kahve içmeyi seviyoruz, arkadaş olduk ve ben onu cesaretlendiriyorum. O da beni cesaretlendiriyor. Bugün yaşadığı yerde bir kitap kulübü kurmak istediğini söyledi. Bunu duyduğumda neredeyse kalbim duracaktı. Özellikle de bitirdiğim işleri düşündüğümde. Ve çok derin bir şey söyledi: 'Bence kitaplar hepimizi yaşlılığın melankolisinden kurtarabilir.' Sanki el yazmamı okumuş ve mesajı özetlemiş gibiydi. Ve şimdi ne yapmam gerektiğini biliyorum."
Mary'nin gözlerinden yaşlar süzüldü ve Steinberg ona mendilini uzattı.
"Çok üzgünüm Bay Steinberg, ama bunlar sindirmesi zor şeyler. Kafam karıştı. Walter, kalbinin neredeyse durması ve bitirmek üzere olduğu bir şeyden bahsederken neyi kastediyordu? Ve şimdi ne yapması gerektiğini biliyor muydu?" dedi Mary.
"Walter son romanını yeni bitirmişti. Küçük bir kahve dükkanında bir kitap kulübü kuran ve edebiyatın kurtuluşunu keşfeden bir grup dul kadın hakkında," dedi Steinberg.
"Aman Tanrım, hiçbir fikrim yoktu," dedi Mary.
"Elbette ki yoktu. Walter'a yaşadığın yerdeki hanımlar için bir kitap kulübü kurma isteğini söylediğinde... Walter için ilahi bir tesadüf gibi gelmiş olmalı. Romanı yazmaya başladığında işe yarayıp yaramayacağından emin olmadığını hatırlıyorum. Ama sanırım seninle yaptığı tüm kahve buluşmaları ona ilham verdi. Özellikle kitapların hepimizi yaşlanmanın melankolisinden kurtardığı hakkında söylediklerin." dedi Steinberg.
Çantasının içine uzandı ve "Başka bir şey var," dedi.
"Bay Steinberg, başka bir şey olabileceğini sanmıyorum. Kahve dükkanını atlayıp bir yerlerde sert bir içecek bulmam gerekecek." dedi Mary.
Steinberg çantasından bir kitap çıkarıp havaya kaldırdı. Kapağında "Kahve Dükkanı Kitap Kulübü" yazıyordu.
"Kitap gelecek hafta çıkıyor. Bu ön baskı. Walter'ın size kitabının bir kopyasını vermek isteyeceğini biliyorum. Yaşasaydı, kesinlikle sizin için yazardı. Ama bir bakıma, zaten yazdı," dedi Steinberg.
"Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu Mary.
"İçine bir bakın," dedi Steinberg kitabı Mary'ye uzatırken.
Mary kapağı açtı ve birkaç sayfada şu ithafı buldu:
"Mary ve kitap kulüpleri kuran, hayatın kendilerinden vazgeçtiğini hissetseler bile hayattan asla vazgeçmeyen tüm ruhlara ithafen."
Bir kez daha gözyaşları aktı, aktı aktı… Ve Steinberg gülümseyerek Mary'ye mendilini alabileceğini söyledi.
Ertesi ay Mary'nin kitap kulübü, Mary'nin evinde toplandı. Herkes atıştırmalıkları, içecekleri ve kitaplarıyla yerleşti. Cuma akşamıydı.
Tracy adındaki kadınlardan biri kitap çantasına uzandı ve "Herkese merhaba, bu ayın kitabı için bir önerim var. Kitabı az önce kitapçıdan aldım ve sahibi bana bu kitabın New York Times'ın en çok satanlar listesinde olduğunu söyledi. Kitabın adı 'Kahve Dükkanı Kitap Kulübü.' Grubumuz için mükemmel olur, değil mi?" dedi.
"Bu gerçekten mükemmel görünüyor," dedi Mary, Walter ve Elliot W. Murray arasındaki bağlantıyı asla paylaşmadan.
Tracy kitabı elden ele dolaştırdı ve herkes onaylayarak inceledi. "O halde karar verildi, bir sonraki kitabımız bu olacak," diye duyurdu Tracy. Ve herkes edebiyattan konuşuyordu, Mary'nin evi arkadaşlar, kitaplar ve hayatla doluydu. Hepsi, Mary'yi yeniden yaşamaya teşvik eden Walter adında mütevazı bir yaşlı adam sayesindeydi.
Perdeyi açtı ve gece gökyüzünde parlak bir şekilde göz kırpan yıldızlara baktı.
Ve sessizce, kendi kendine şu dizeleri okudu:
"Yaşlılık, fırsattan daha az değildir elbet,
Gençlikten bile, başka bir kılıkta olsa da,
Ve akşam alacakaranlığı kaybolurken,
Gündüz görünmeyen yıldızlarla dolar gökyüzü."
Comentários