Önemli şeyleri ertelemeyin… Arkadaşım ve akıl hocam Steve kanserle mücadele ediyordu ve bir öğleden sonra onu aramayı düşünmüştüm…
"Rahatsız etmek istemediğimi" söylediğimde, yaşam ve ölüm hakkında derin bilgiye sahip darülaceze hemşiresi eşim Nicole, "Sevgi dolu ve düşünceli olmak müdahale değil, bir lütuftur" diye yanıtladı.
Bunun üzerine telefonu alıp onu aradım…
Telefon birkaç kez çaldı ve bir yanım onu rahat bırakıp bırakmamak konusunda hâlâ kararsızdı. Ancak sonunda telefonu açtı ve "Merhaba?" diye yanıtladı.
Telefonu hoparlöre aldım.
"Steve, biz John ve Nicole'üz. Seni düşünüyorduk ve sana merhaba demek istedik. Ne yapıyorsun?" dedim.
"Hey, siz ikiniz. Bakın, bir itfaiyecinin anılarını okuyordum ve şu anda güzel eşim Sandy ile dışarıda verandada oturuyoruz. Çok hoş bir öğleden sonra. Kuşları dinleyip, ormandaki geyikleri ve hindileri izliyoruz." Steve'in sesi genellikle olduğundan daha zayıf çıksa da, o ve Sandy'nin sesleri rahat ve mutluydu.
Steve'in sağlığı hakkında sormadık çünkü hasta insanlar aile ve arkadaşlarına sürekli bilgi vermekten yorulmuş olabilirler. Onun yerine, eski günleri yad ettik, birkaç kısa hikaye anlattık ve kahkahalar attık.
Steve, 1989'da beni işe alarak kolluk kuvvetlerindeki kariyerime başlamamı sağlayan polis şefiydi. Lisansüstü eğitimimi yeni tamamlamış ve yüksek lisans derecesine sahip olmama rağmen, deneyimim yoktu. Suç etiyolojisi ve kriminoloji teorileri üzerine konuşabilsem de, gerçek polis eğitimim Steve'in rehberliğinde sahada gerçekleşti.
Her görevimde insanların en iyi ve en kötü yanlarını gözlemledim. İnsanları dinleme ve onlarla iletişim kurma becerilerimi, önemli detayları nasıl ayırt edeceğimi ve toplumun kenarlarında yaşayan kişilere nezaket ve saygıyla yaklaşmayı öğrendim.
Steve için zarafet ve onur her zaman ön plandaydı ve polis departmanımızın kültürü, onun felsefesini yansıtacak şekilde şekillendi. Steve emekli olduktan ve ben Polis Şefi olduktan yıllar sonra bile, onun mesleki mükemmellik anlayışını devam ettirdim. Kasabada yaşaması nedeniyle sık sık ofise uğrar ve değerli bilgi ve rehberlik sunardı.
Steve ve ailesi benim için çok değerli arkadaşlar haline geldiler. Yıllar içinde birlikte birçok sosyal ve özel etkinlikten zevk aldık. Steve, benim için adeta ikinci bir baba gibiydi.
Bu yüzden onu kaybetmek o kadar zordu.
Telefon konuşmamızın sonunda vedalaşmadan önce kısa bir sessizlik yaşandı ve sonra Steve, "Sizi seviyorum çocuklar," dedi. Ben de, "Biz de seni seviyoruz," diye karşılık verdim.
Telefon görüşmemizden birkaç ay sonra Steve kayıplara karıştı.
Geçen günlerde, ünlü yazar Thomas Wolfe ve onun efsanevi editörü Maxwell Perkins'in yaşamını konu alan "Genius" filmini izledim.. Perkins, 20. yüzyılın en önemli Amerikan edebiyat editörlerinden biri olarak kabul edilir ve Thomas Wolfe, Ernest Hemingway, F. Scott Fitzgerald gibi yazarların kariyerlerinin şekillenmesinde büyük rol oynamıştır.
Birçok olağanüstü yazar zorlu kişiliklere ve eksikliklere sahip olmasına rağmen, Perkins onlara bir baba figürü gibi yaklaştı, zayıflıklarını anladı ve yayın süreçlerinde onlara yol gösterdi.
Perkins, Wolfe'un uzun ve ağır ilk taslağını düzenleyerek sadeleştirdi. İkili, revizyonlar ve kesintiler konusunda anlaşmazlığa düştü, ancak "Look Homeward, Angel" nihayetinde büyük ticari bir başarıya ulaşarak yayımlandı. İki adam yakın dost oldu ve Perkins, Wolfe'un "Of Time and the River" adlı ikinci romanının düzenlemesi için yıllarını adadı.
Maalesef Wolfe'un karışık kişiliği ilişkilerine zarar verdi ve yeni bir editöre geçiş yaptı. Perkins derinden sarsılmıştı. Zamanla, Wolfe beyin tüberkülozu sebebiyle ölümcül bir hastalığa yakalandı.
Wolfe, ölümünden önce Perkins'e dikkate değer bir şekilde güç toplayıp güzel bir mektup yazdı. Seyahat deneyimlerini, hayata dair yeni keşiflerini, arkadaşlarını yeniden görmek isteğini ve yaşam sevincini dile getirdi.
Mektubu tatlı bir hatırayla bitiriyor:
"Ne olursa olsun, içimde bir 'önsezi' olduğunu hissettim ve sana yazmak, sana hissettiklerimi söylemek istedim. Ne olursa olsun, seni her zaman düşüneceğim ve üç yıl önceki 4 Temmuz'da olduğu gibi seni hissedeceğim. O gün benimle teknede buluşmuştun, nehir kenarındaki kafeye gitmiştik, bir şeyler içmiştik ve sonrasında yüksek bir binanın tepesine çıkıp hayatın ve şehrin tüm tuhaflığını, ihtişamını ve gücünü izlemiştik. Her zaman, Tom."
Bu Wolfe'un ölmeden önce yazdığı son mektuptu.
Perkins, Wolfe için bir baba figürüne benziyordu bazı yönlerden. Wolfe'un ölüm döşeğinde yazdığı mektubu almak ise, Perkins için paha biçilemez bir armağandı.
Çünkü mektubun satır aralarında "Seni seviyorum" yazıyordu.
Filmde Perkins, mektubu okuduktan sonra gözyaşlarına hakim olamıyor. Ben de aynı şekilde duygulandım. Thomas Wolfe'un etkileyici mektubu, Steve ile olan telefon konuşmamı aklıma getirdi.
Özellikle Steve'in son sözleri: "Sizi seviyorum çocuklar." idi.
Allah'a şükürler olsun ki karımın tavsiyesini dinleyip Steve ile son konuşmamı yaptım. Bu, geçmişi yad etmemize, gülmemize, vedalaşmamıza ve birbirimize olan sevgimizi dile getirmemize imkan tanıdı. O son konuşma, Max Perkins'in Thomas Wolfe'a ölüm döşeğinde yazdığı mektuba verdiği değer gibi, her zaman kıymetli bir anı olarak kalacak.
Önemli şeyleri ertelemeyin...
Eğer mümkünse hasta yakınlarınızı ziyaret edin. O telefon görüşmesini gerçekleştirin. Bir mektup yazın. Hangi etkileşimin son olacağını hiçbir zaman bilemezsiniz. Bu dünyayı ve ötesini aşan sözleri söylemek için zaman kaybetmeyin.
Seni seviyorum, sadece 2 kelime. Böyle şeyler ifade etmenin hiçbir maliyeti yoktur değil mi?
Yine de kalpleri iyileştirebilir, ruhları rahatlatabilir ve yaşamlarımızı güzelleştiren ilişkilerde iyi ve güzel olan her şeyi kutlayabilir bu sözler.
Hiç önemli bir şeyi erteleyip sonradan pişman olduğunuz oldu mu?
John P. Weiss
Comments