Belli ki bu yüzyılın bir yerinde, insanlığın görüp görebileceği en önemli dönüşümlerden biri yaşanacak. İki yüz bin yıllık insanlık ırkı, birçok işlevini makinelere bırakacak. Fakat bu noktadan sonrası acaba bir ütopya mı yoksa distopya mı olacak? Elbette bu soru, bir süredir zihnimizi kurcalıyor. Bir zamanlar bilim-kurgu romanlarının ana konularını oluşturan yapay zeka bugün bir gerçeğe dönüşürken; sorunun daha çok gün yüzüne çıkması gayet doğal.
Ve şimdiden, insanlar taraflarını belirlemeye çalışıyorlar. Yapay zekâlar bir tehdit mi yoksa fırsat mı? Geleceğimizi bir kâbusa mı dönüştürecekler, yoksa düşlerimize mi kavuşacağız? Yüzyılın en büyük devrimi, işte burada seçeceğimiz tarafa göre şekillenecek?
Gelin anlamaya çalışalım. En azından yakın tarihimizdeki köklü değişimleri inceleyelim. Bundan yalnızca beş asır önce (insanlık tarihinde nedir ki?) Rönesans ile büyük dönüşümün ilk kıvılcımı çakılmıştı aslında. Değiştirici güç reform hareketi, sonuç ise hümanizm akımı olmuştu. Bir dönemin pasif politik yaklaşımı olan hümanizm, hitap ettiği bireyi değiştirmeyi hedefledi.
Bunun doğal bir sonucu olarak, bilgi çok daha hızlı bir biçimde yayılmaya başlandı. Kitapların sayısı, okuryazarlık ve yine doğal olarak üniversitelerin sayısı da aynı paralelde ilerledi. Böyle bir noktadan kitlelere yayılan bir enerji, mutlaka bir noktada toplumu yönetmeyi de arzulamaya başlar.
Nitekim hümanizm de aynı noktaya geldi. Adam Smith’in, üretimi hızlandırmak için ürünü mümkün olduğunca çok parçaya ayırma fikri, toplum liderleri tarafından benimsendi. Şimdi bir seri bantta çalışıp, yaptıkları şeyin ne işe yaradığı hakkında hiçbir fikri olmayan milyonlarca Çinli işçi, işte tam olarak bu fikrin ürünüdür.
Çinli işçi örneğini verdikten sonra, bir an için halinize şükretmiş olabilirsiniz. Emin misiniz? Serbest piyasa ekonomisini benimsemiş her ülkenin çalışma prensibi budur aslında. İster bir mağazada çalışın, ister Starbucks’da, işin yalnızca bir kısmı uzmanlık alanınıza girer. Çoğu sektörde, hizmet ya da ürün birçok parçaya ayrılmıştır. Şu anki sistem, çalışanı “işini bitir ve çık” sınırında tutmak ister.
İster avukat olun, ister mühendis bu sistemin bir parçasısınızdır. Birbirine bağlı birçok iş vardır ama kişiler yalnızca bir konuda uzmandır. İyi de dünya nüfusunun çok büyük bir parçası nasıl olur da aynı sistemin çarkları oluverirler? Bu biraz durup üzerine düşünülmesi gereken bir mevzudur.
Fark etmişsinizdir. Aslında ülkelerin eğitim sistemi, yine o ülkelerin ekonomilerinin ihtiyaç duyduğu bireyleri yetiştirmek üzerine kuruludur. Mademki bireyin kendi hakkındaki kararları, onun için daha belirleyicidir o halde ona kendisini değerlendirme aracı verilmeli: Notlar.
Eğitim hayatının her aşamasında, akranlarını rakip olarak gören bir anlayışla büyüyen insanlar elbette en basit haliyle hırslı olacaklardır. Bir üst pozisyona geçebilmek için stratejiler geliştiren bireylere dönüşecektir hepsi.
Dikkat edin, bu sanayii toplumunun bir ihtiyacıdır. Şirket ya da devlet fark etmez. Ortada bir ideal ve bu ideale ulaşma arzusu vardır. Birey, o ideal için inanılmaz bir çaba harcar.
Ancak bilgi, bu süreçler içinde daha da artmış ve daha da paylaşılmaya başlamıştır. Üretimin küçücük bir parçasında olan bir birey bile bilgiye ulaşabilir hale gelmiştir. Bu durum ona vizyon katmıştır.
Bu nedenle teknoloji, gittikçe daha fazla insanın hayatına giriyor. Bakış açılarını değiştiriyor. Üstelik bilgi üretmeye daha müsait hale geliyorlar. Bu gelişmeler sayesinde, yaşamsal açıdan çok daha kaliteli zamanlar yaratıyoruz (bunun nasıl olduğunu merak ediyorsanız, şu yazı tam bir özet niteliğinde).
Eğer bu noktaya dek, geleceğe doğru gelmenin aslında iyi bir şey olduğunu düşünüyorsanız, aslında sizinle aynı şeyi düşünüyoruz demektir. Ben, tarafımı net bir biçimde biliyorum. Makinelerin insanın birçok hizmetini devralması gerektiğini savunuyorum.
Karşı argümanları da biliyorum. İşsizlik çoğalacak, kaos ve yağmalar olacak, çok büyük olasılıkla da batı medeniyeti son bulacak. Ben, “batı medeniyeti” yerine “kapitalizm” demeyi daha uygun buluyorum açıkçası. Hatta öyle ki ya paranın tanımı değişecek ya da tamamen yok olacak.
Şu an bir domatesi 5 TL’ye alıyorsanız, bunun nedenlerini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyorsunuzdur. Çiftçiden alıcıya oradan ulaşım yoluyla markete gelene dek, birçok noktada üzerine belirli bir fiyat biniyor. Siz de markette o domatesi poşete koyarken bu fiyat oldukça mantıklı geliyor.
İşte, en temel noktaya paraya ihtiyacı olmayan bir makine koyarsanız, o zaman fiyatın düşeceğini kabul etmelisiniz. Bu noktada, bir insanın algoritmalar ile yapabildiği her şeyi bir makinenin de algoritmalar ile yapabileceğini gördüğünüzde fırsat net bir biçimde karşımıza çıkıyor.
Evet. Buradan da anladığınız gibi, ben yapay zekânın bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir insanın bir başkasına hizmet etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir insan evladının sabahın köründe beni ayıltmak için Americano hazırlaması gerektiğine inanmıyorum. Hiçbir insan evladının beni korumak adına kendi hayatını tehlikeye atması gerektiğine inanmadığım gibi.
Bana öyle geliyor ki, yapay zekâlar iki yüz bin yıllık insanlığın en çok hayal ettiği hayatı yaşaması için karşısına çıkan çok değerli bir fırsat. Bu fırsatı kaçırmamak gerektiği konusunda diretiyorum.
Peki, bu fırsatı nasıl değerlendireceğiz? Yine yakın tarihimize bakarak, dönüşümlerin nasıl yayıldığını kavrayabiliriz. Bariz bir biçimde çocuklarımızı, teknolojik kavrayışa mümkün olduğu kadar yakın tutarak bu fırsatlara erişebiliriz.
Bu nokta elbette bu kadar basit cümleler ile geçilecek bir durum değil biliyorum. Tüm eğitim anlayışının kökten değişmesi gerekiyor çünkü. Bilgi kaynaklarından tutun da öğrenci ile iletişime kadar uçtan uca köklü bir değişim. Bu noktadaki fikirlerim de başka bir yazının konusu…
Sonuç olarak, insanların iş yaparken kullandığı algoritmaları çözüp, bunları makinelere aktarabilecek erişkinliğe (hatta bilgeliğe) sahip çocuklar yetiştirmeliyiz.
Sanatın yalnızca ıstırap dolu anların değil, hayatla yaptığımız işbirliğinin bir sonucu olduğunu farkında olan sanatçıları cesaretlendirmeliyiz.
Notlarla, puanlarla, maaşla, yani kısaca sayılar ile değil, merak ederek, bilgiye ulaşarak ve keşfederek mutlu olabilen ve bu şekilde kendini ölçebilen öğrenciler var etmeliyiz.
Ve okulların girişlerine, hatta her sınıfa ve kitapların ilk sayfasına tek bir cümle yazabilmeliyiz: Gelecek hali hazırda yazılmış bir şey değil, tarafınızdan yaratılacak bir gerçektir.
Yapay zeka insanlığa tehdit mi? (Video) - NTV